![]() |
|
![]() |
![]() ![]() Öykü : Sevda Özen Kıraç ![]() ![]() SEVDA İki masklı şehir Günde
Seherde Perde Telaşla kalabalık yolda yürürken, ozalitçinin kapanmamış olması için dua ediyordu. Yarın bu projelerin iki takım ozalitini jüriye sunmak zorundaydı. Kolundaki saate bakıp ‘saat de dokuz olmuş’ dedi kendi kendine. Sonra arkasından gelen o sesle irkilip hızla döndü. —Aslı! Nerede kaldın ya? Ağaç oldum kaç saattir… Cengiz onu kırmayıp birlikte gitmeyi kabul ettiği için çok şanslıydı. Çünkü bu saatte açık olan tek ozalitçi Kıbrıs Şehitleri’nde idi ve bu sokaklar akşam saatlerinde hiç tekin değildi. Soğuk kış günleri gece erken çökerdi İzmir’e. İzmir, Alsancak… Yaşamın iki yüzünü gösterirdi, görebilenlere… İçindeki kötülükleri ustaca gizleyen bir kadın gibi uzanırdı Kıbrıs Şehitleri, Ege’nin incisi İzmir’in tam göğsünün orta yerine. Sabah saçları fönlü, iyi giyimli, ellerinde Vakko, Beymen poşetli kadınlar, kocalarının -bazen de dostlarının- ek kartlarını gururla pahalı butiklerde kullanırken, gelmekte olan ilkbaharın son kreasyonlarını konuşurlardı, aynı statüden gelen alışveriş düşkünü arkadaşları ile şen şakrak kahkahalar eşliğinde… Kafeler bu alışveriş düşkünü kadınlarla dolar taşardı. Yorulunca Sevinç’te pasta eşliğinde sütlü nescafe içerler ya da Kordon’da biralarını yudumlarken giydirme cephe tam körfez manzaralı şehrin birahanelerinde, son çıktıkları yurt dışı seyahatlerini tüm mütevazilikleri (!) ile birbirlerine anlatırlardı. Günün erken saatlerinde, dizüstü bilgisayarlarını oturduğu kafede masanın üstüne açmış, çayını, kahvesini söylemiş, pahalı takım elbiseli iş adamlarını, satış mümesillerini, çalıştıkları yerde statü sahibi olduğu oturuşundan bile anlaşılan kadın ya da erkekleri ağırlardı. Bir kafede oturmuş iletilerini kontrol ediyor ya da ciddi, idareci oldukları yüzlerinden okunan ifadeleri ile şirketin üst düzeyleri ile yazışıyor olurlardı. Gündüzleri Kıbrıs Şehitleri, avını arayan güzel, alımlı ama yarım akıllı bir kadın olurdu. Onu tanıdıkça akıllı görünmeye çalışan ama iç yüzünü görmeye başladığınızda da kendini kültürlü bir birey olarak yetiştirmek için aldığı hiçbir kitabı sonuna kadar okuyup bitirmeye, süslenmekten, güzellik salonu gezmekten, modayı takip etmekten vakit bulamamış kof bir kadın çıkardı karşınıza… Tüm ürkünçlüğü ile… Ama geceleri… Gece erken çökerdi İzmir’e kış günleri. Aniden kararıverirdi ortalık. Abartılı makyajını el çabukluğu ile yapıverirdi Kıbrıs Şehitleri. Işıltılı hayat başlamış, gündüz sade, masum ama paraya düşkün kadın, gecenin çökmesi ile işe koyulmuş olurdu. O ışıklı ama bir o kadar iç bulandırıcı gece hayatında fark edilebilmek için payetli, ışıklı, pullu, dekolte bluzu ile mini minnacık eteğini hızla üstüne geçirir, aynada kendine son kez göz ucu ile bakar ve bazen güzel, bazen çirkin bedenlerde et satmaya koyulurdu. İşte böyle bir sokakta, akşamın dokuzunda yalnız yürümek onu korkuttuğu için Cengiz’den, sınıf arkadaşından, kendisine eşlik etmesini istemişti Aslı… Ozalitleri çektiremez ve ertesi gün dönem ödevini teslim edemezse, sınıfta kalırdı. Hızlı adımlarla yürürken çevresine bakmamaya özen gösteriyordu. Görmek istemiyordu çevresinde olanları. Elinde rulo yaptığı projelerine sımsıkı sarılmış Cengiz’in yanında karanlık ve bilindik o sokakta hızlı adımlarla yürüyordu. Onlardan biri ile göz göze gelirse sanki kıyamet kopacaktı. Sanki soluğu duracaktı. Bu korku da neydi böyle? Niçin yüreğini boğazından yakalamış gibi sıkıyordu? Tam bunları düşünürken Cengiz’in ‘hıhhhh’ diyerek bir adım gerisinde kaldığını hissetti. Arkasına gözlerinde korku dolu bakışlarla döndüğünde, uzun ama çok uzun ve incecik bir kadının siyah mini eteğinden yere bir kavak gövdesi gibi uzanan bacaklarını gördü. Tanrım bu ne güzel bacaklardı! Geriye dönüp bir adım attı ve sanki Cengiz’i bir kabustan uyandırmak ister gibi dirseğinden tuttu. Tutmak da değil, sanki arkadaşını sahiplendi. ‘Ben buradayım, korkma!’ der gibiydi. İkisinin de gözlerinden korku akarken, Aslı karşılarında duran bu civciv sarısı balyajlı, uzun saçlı ve kocaman ela gözlü kadının ne kadar güzel olduğunu düşünecek zamanı bulmuştu. Ne tuhaf! Ağlıyordu… Sessizce… Öyle sessiz ki sanki sokağın gürültüsü bile onları kıskanıp sustu. Kalabalık caddede üçü kalmışlardı sanki. Kadından gözlerini alamıyordu. Çok güzel göğüsleri vardı. Bej rengi incecik ve dekolte bluzundan sanki şehvetle değil de, yanlışlıkla ve masumca fırlamış gibiydiler. Titriyordu kadın. İncecik bluzundan dolayı değil, sessizce ağlamaktan… ‘Sana sarılabilir miyim?’ dedi Cengiz’e bakarak… Tanrım! Bu bir erkek sesi. Şaşkınlığını ve korku dolu bakışlarını gizlemeye çalıştı Aslı. Bir erkek sesi ve bu kadar güzel bir kadın. Kadın mı? Evet bir kadın!!! Pekiyi ya sesi? Sesi… Sesi kulaklarından yıllarca gitmeyecekti… Cengiz şaşkın yüzünü aynada görseydi, her kırık aldığında salladığı o okkalı küfürlerden birini yine kimseyi umursamadan lütfederdi… Ama korku ile karışık o ilk duyguları yerini şaşkınlığa bırakmıştı. İçini çeke çeke, omuzlarını bir aşağı bir yukarı hızla hareket ettirerek ağlayan bu travestinin gözyaşları karşısında daha fazla dayanamamış, kollarını iki yana biraz açarak onu sessizce omuzlarına davet etmişti. Ve O, Cengiz’in omzunda, Aslı’ya bir asır gibi gelen bir saniye boyunca ağladı. Sonra başını kaldırdı, sapsarı balyajlı kahkülleri gözyaşları ile yanaklarına yapışmıştı. Makyajı ise yurtta kalan yatılı bir öğrencinin kirli çamaşırlarını koyduğu bavul gibi darmadağınıktı. Ama gözleri, o ela gözleri hala çok güzeldi. Sonra parfümünü hissetti Aslı. Calvin Klein… One! ‘Bu çok pahalı bir koku’ dedi içinden. ‘Teşekkür ederim’ dedi o kalın ve bas ses… Birbirlerine baktılar. Cengiz, sanki bir suçlu gibi kendini savunarak ‘Birden önüme atladı, ne yapacağımı şaşırdım’ dedi. Aslı hiç konuşmadan başıyla yolu gösterdi ‘hadi’ der gibiydi. Cengiz’in koluna girdi ve sessizce ozalitçiye kadar yürüdüler. Sokağın başında duyduğu korkunun ne olduğunu anlamıştı şimdi. ‘Farklı olanla karşılaşma korkusu!’ İlginçti, artık o korkudan eser kalmamıştı. Ozalitleri çektirdikten sonra hemen eve dönmek istemedi Aslı. Bir aydır dönem projesi için eve kapanmıştı zaten. Temiz havayı, soğuk bir kış gününde Kordon’da paltosuna sarılı yürümeyi özlemişti. Cengiz hala dönem ödevi içinde yer alan ‘uygulama planını’ bitiremediği için Aslı’nın yanından erken ayrılmıştı. Aslı, buna içten içe sevinirken, bir yandan da ona yardım için ödevini yarıda bırakıp, Alsancak’a gelen dostuna karşı beslediği bu duygusundan dolayı suçluluk hissetmişti. Ama şu an yalnız kalmak istiyordu. Yalnız kalmak ve düşünmek. Hüzünlüydü. Neden bilemiyordu ama, sebebi o travesti olamaz diyordu kendi kendine. Sigara tiryakisi olmadığı halde Cengiz’den bir tane sigara istemiş olması da bu hüznün sebebiydi. Üstelik içini kaplayan tuhaf bir cesaretle gece gece Kordon’da yalnız yürümekten de korkmuyordu. Bu cesaret de nerden gelip yerleşivermişti içine? Kordon… Sahil boyu ve yıldızlar… Genelde sakin olan körfezin bu gece bir hırçınlığı vardı. Öfke ile özgürlüğüne set vuran kayaları dövüyordu. Öfkesi nedendi acaba? Tokat vururken salyalar saçan bir asi gibi onlardan öç alıyordu sanki. Soğuk bir kış gününde yıldızlarla özgürce sevişirken, biraz ilerdeki kayaların bu sevişme karşısında taş kesilmesine olabilir miydi acaba bunca öfkesi? Tüm bunları düşünürken, körfezi alabildiğine seyredebileceği bir banka oturmuştu. Sonra Cengiz’i yolcu ettiği sırada acele ile istediği sigara geldi aklına. Elini paltosunun cebine attı, sigarayı çıkardı, kendi kendine güldü ‘Kel tiryaki! Sigara çakmaksız hiçbir işe yaramaz ki!’ Tam o sırada uzanan bir elle irkildi. Çakmağın harlı ateşi ile sigarasını yaktı. Teşekkür etmek için soğuktan pembeleşmiş yüzünü elin sahibine doğru çevirmişti ki gözlerine inanamadı. Oydu. O kadın! Hayır! O erkek sesi! Ona ne diyeceğini bilemedi. ‘Soğuk bir gece‘ dedi yine o davudi sesi ile. Aslı ‘Soğuk! hem de çok soğuk bir gece’ diye tekrarladı. Sesinde ilk karşılaşmalarının aksine hiçbir ürkeklik olmaması kendisini bile şaşırtmıştı Aslı’nın… ’Bir tek deniz halinden memnun gibi. Sevişiyor tüm coşkusuyla.’ dedi. Aslı yüzüne baktı. Cahil ve aptal birine hiç benzemiyordu. Asla değildi. Neden mutsuzdu acaba? Sonra içten içe güldü. O bir travesti idi. Mutlu olmak için mutsuzluklar zincirinden oluşan bir kordonu dişleri ile kemirerek, küçük mutlulukları büyük aralıklarla küçücük halkalar halinde takıyor olmalıydı hayatına… ‘Niye ağladın biraz önce? Sormamda sakınca var mı?’ dedi Aslı. Yüzüne baktı. Yüzünde acı bir gülümseme belirmişti. Akmış makyajı gülünce daha belirginleşti sanki… Gözleri… Ela gözleri hala ağlamaklıydı. ‘Gülebilmek için küçük de olsa mutluluk gerekir. Ben mutlululuk nedir hiç bilmedim ki?’ Aslı susunca, o da sustu. Uzun süre sustular. Açık bir havada öfke ile sevişen denizi seyrettiler. ‘Adın ne?’ ‘Niye Sevda? ‘Sen sevdalı karıncanın öyküsünü bilir misin?’ dedi. ‘Hayır’ der gibi başını iki yana salladı Aslı. ‘Bir karınca üç dağ ötede bir başka karıncaya sevdalanmış. Sevdası için düşmüş yollara. Bir gün yolda dinlenirken bir başka karıncaya rastlamış, ‘ne o hemşehrim yolculuk nereye?’ demiş karınca. ‘Üç dağ ilerde bir sevdiğim var. Ona gidiyorum.‘ demiş bizimkisi ‘Oooo! Sen delirdin mi? O yol biter mi? Biraz daha gider, ölürsün…’ demiş diğeri. Bizim karınca da demiş ki’ İyi ya! Biz de sevda yolunda ölmüş oluruz…’ ‘Biz de sevda yoluna Sevda olduk işte’ dedi davudi sesi ile… ‘Sonrası homoseksüel olduğumu bilmeyen aileme haber vermeden üniversiteyi terk ettim. O zamanlar çiftçi gariban babamın gönderdiği para yetmediği için Kıbrıs Şehitleri’nde ara sokakta bir barda geceleri barmenlik yapıyordum. Orda tanıştım onunla. Ve Sevda yoluna sevda olup düştüm yollara… Ver elini İstanbul! Üç yıl sürdü ilişkimiz. Bu arada ailemle bağlar koptu. Beni reddettiler. Üçüncü yılın sonunda karısı öğrendi. O da hayatta kendi olarak hiçbir yere gelememiş kadınların uyguladığı yolu seçti. Tanrının yalnız kadınlara bahşettiği doğurganlık özelliğinden yararlanarak, hamile kaldı. Ve tabii çocuğu tek silahı oldu. Her mercimek beyinli kadın gibi. Ve bizim ilişkimiz böylece bitti! Bana da gerisin geri İzmir yolları…’ ‘Ve yeniden Kıbrıs Şehitleri!’ dedi Aslı kendinin bile zor duyduğu bir ses tonuyla. Sevda kısık kısık gülerek ‘Evet başladığım yerdeyim !’ dedi. ‘Başladığım yerde ama o Sevda artık ilk sevdalı Sevda değil! Aşk öldü içimde…’ diyerek bir solukta ekledi. Bir homoseksüelin aşkı nasıl ölürdü acaba içinde? Kanlı bir cinayet mi olurdu bu bağıra çağıra? Yoksa sessizce içtiği ilaçların etkisiyle yavaş yavaş gerçekleşen bir intihar mı? ‘Ne kadar zamandır İzmir’desin?’ dedi Aslı. Yine sessizliği o davudi sesi ile Sevda bozdu ‘Öldü o!..’ Bu sefer nasıl? Neden? gibi soruları soramadı boğazına tıkanan yumruk yüzünden Aslı. Sustu. Sevda denize bakarak anlatmaya devam etti. ‘Üç hafta önce bıçakladılar Onu. Üstelik yanında hep bıçağı ve dilinin altında jileti olurdu. Ama görüyorsun işte vade bitince, hiçbir önlemin faydası yok!’ ‘Yakın arkadaşın mıydı?’ dedi Aslı. Yine sorduğu sorunun garipliğinin farkındaydı ama bir sesle bile olsa Sevda’ya yalnızlığını unutturmak istiyordu. Bir ses olmak… Üstellik erkek sesli bir kadına bir ses olmak isteyeceği bir saat önce ölse aklına gelmezdi. ‘Evet yakın arkadaşımdı. Üniversiteden. Gece benim çalışmamı istemiyordu. Sen hassas ve duygusalsın, bu sokakların kaldırımları sana göre değil diyordu. Ama bak O sokakların kaldırımındayım bugün…’ Aslı şimdi anlamıştı ela gözlü, davudi sesli kadının niye ağladığını… ‘Unut artık onu. Baksana tüm hayatını karabasana çevirmiş. Sonra da seni ortada bırakmış. İnsanlık mı bu? Erkek dediğin, her koşulda kadınını sahipledir. Değil mi ama?’ Dedikten sonra dediklerine şaşa kaldı Aslı. Bir kadınla konuşur gibi, bir travestiye nasılda hayat dersleri verebiliyordu boyuna posuna bakmadan. Konuyu değiştirmek istedi hemen… ‘Kokun çok güzel. Calvin Klein ‘One’, değil mi?‘ Cevap vermedi Sevda. Yıldızlarla kucaklaşan denize baktı uzun süre. Kısık bir sesle ekledi: ‘Bilmiyorum!’ dedi kısık bir sesle. ‘Sevgi haklıydı. Bu kaldırımlar bana göre değil!. Namusu ile yaşatmazlar ki insanı. Her bir köşe kurtlar sofrası!’ Bir travesti, soğuk bir İzmir gecesinde bir bankta yanına oturmuş namustan söz ediyordu. Travestiler de namus anlayışı mı vardı? Onlar da sevda yoluna bir ömür yakıp, aşık olur muydu? Ağlarken bir omuz sıcaklığı arar mıydı? Ela gözlerinin içine uzun uzun baktı Sevda’nın… ‘İntihar edeceğim!’ ‘Deli olma!’ dedi Aslı. ‘Her şey yoluna girer… Sabırlı ve güçlü ol!’ O sırada Aslı’yı duymaksızın çantasını telaşla karıştıran Sevda’nın, yaşla dolmuş gözlerindeki umutsuzluktan korkarak, çantasından çıkaracağı bir bıçakla, ya da silahla oracık da intihar edeceğini düşündü Aslı. Gözleri dehşetle açıldı. Kalbi bir çağlayan gibi boğucu bir sesle çarpmaya, kulakları uğuldamaya başladı… ‘Ne arıyorsun?’ dedi ürkek bir sesle. Sonra Sevda’nın elinde ki parfüm şişesini fark edip, içinden bir oh! Çekti. Aslı avuçlarına el çabukluğu ile sıkıştırılıvermiş bir şişe parfümle, şaşkın şaşkın bakarken, o, uzun ve ince bacaklarını saran sivri topuklu çizmelerinin sesi eşliğinde, hızlı adımlarla karanlıkta kaybolmuştu bile. Ertesi gün uyanır uyanmaz alınmış tüm gazetelerin üçüncü sayfalarında bir travestinin ölüm haberini aradı Aslı. Bulamadı. Her Kordon yürüyüşünde gözleri sevda yoluna Sevda olan davudi sesli kadını aradı yıllarca. Ama hiç rastlayamadı… Celvin Klein One kokusunu her hissedişinde onu andı. Dudaklarında buruk bir gülümseme ile ’uni-sex!’ diyerek… Her akmış kadın makyajında Sevda’nın yüzünü gördü. Ve İzmir’in üstüne her gün kapanan perdenin, gece yeniden iç bulandırıcı ağır parfüm kokuları ile açıldığını öğrendiği o geceyi hiç unutmadı. O günden sonra farklı olan hiçbir şeyden korkmamayı öğrenerek… Özen Kıraç/10.03-05.04.2006/İzmir ![]() ![]() ![]() ![]() |